2 Şubat 2011 Çarşamba

Darfur izlenimleri


Sudan'a ziyaretimden önce bu yazının konusunu referandum ve bölünme senaryoları ekseninde işlemeyi planlamıştım, ama şahit olduğum manzaralar planımdan biraz sapmama neden oldu. Değinilen her bir konu aslında ayrı bir inceleme yazısında ele alınabilecek yoğunlukta araştırma
konularıdır. Referandum ve bölünmenin ne anlama geldiğinden kısaca bahsedip, gözlemlerimi aktarırken anlattığım atmosferin oluşmasındaki nedenlere dair, oldukça yüzeysel, bölgesel bilgiler vererek, gezi izlenimleri modundan çıkmamaya gayret edeceğim.

Güney Sudan Referandumu

Güney Sudan bölgesi neredeyse Türkiye büyüklüğünde bir topraktan oluşuyor. Yarı özerk olan bölge iç işlerinde kendi hükümetine dış işlerindeyse Hartum’daki Sudan hükümetine bağlıydı. On milyon nüfuslu bölge halkının çoğunluğu hristiyanlardan oluşmaktaysa da kuzeyde de güneyde de homojen bir nüfus söz konusu değil. Bölgede azınlık olarak görülen Müslümanların yanı sıra, nüfusun oldukça yüksek bir bölümü de Animistlerden oluşuyor. Misyonerlerin tohumlarını 60 sene önce attıkları ayrılık planları nihayet olgunlaştı ve hedeflenen senaryo gerçekleşti, referandum sonucunda çıkan ayrılığın 9 Temmuz’da gerçekleşmesi planlanıyor. Bölge bir çok yönden stratejik önem taşımakta. Sudan petrollerinin %80’lik bölümü Güney topraklarından çıkarılmakta. Ayrıca doğalgaz ve çimento dağlarıyla, verimli tarım alanlarına sahip olan Güney Sudan’ın bir başka göz dikilen unsuru da yakın gelecekte ortaya çıkacak su krizinde, Nil havzasına ulaşmak için bir kapı olması. İsrail’in Güney Sudan’la yakınlaşmasının ardındaki çıkarı suya ve tarım alanlarına göz dikmiş olması olarak gözlemlenebiliyor. Çin- Malezya-Hindistan ortaklığında çıkarılan Sudan petrollerinin yeniden düzenlenmesiyle de ABD’nin beklediği ortamın oluşması sağlanmış olacak. Ayrıca Güney Sudan’ın Uganda,Kenya Etiyopya gibi son derece önemli Afrika ülkeleriyle olan sınır komşuluğu, Afrika burnu projesi dahilinde ABD’nin yeni üssü olarak gördüğü bir bölge olma özelliği kazanmasını sağlıyor. Bu sonuçlar doğrultusunda sınırları hala tartışmalı olan bu bölünmenin, iç savaşı kızıştırması ve bölgede etnik temizlik operasyonlarının başlamasına neden olmasından korkuluyor. Bölünme sonucu kuzey güney hattında 2000 km’lik yeni bir sınır ortaya çıkmış olacak ve bu toprakların korunması için yapılacak askeri yatırım, Güney’in bölünme sonucu hayal ettiği yükselecek petrol gelirlerinden çok daha büyük bir yatırım gerektirecek. Güney Sudan’ın ayrılmasını sadece Sudan meselesi olarak değerlendirmek sığ bir bakıştır ve kaybedilen toprakların tüm İslam ümmetinin kaybı olduğu unutulmamalıdır.

Çin İstilası

İlk defa Mali'de öğrendiğim Afrika'daki Çin istilası Sudan'ı da kapsıyor. Çin, ekonomik emperyalizmi kullanarak Afrika üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyor ve Afrika'da yeni bir sömürgeci güç olarak boy gösteriyor. Çin bir devlet projesi olarak her Afrika ülkesine binlerce insan yolluyor. Ama bu olayın çok ilginç ve korkunç bir boyutu da var ki Afrika'ya gönderilen Çinliler hapishanelerden çıkarılan adi suçlulardan oluşuyor. Sudan'a çok kısa bir süre içinde 40 bin Çinli yerleşmiş, Mali'de bu rakamı 70, 80 bin olarak duymuştum. Mali'de bir gecede bir çok sayıda gece kulübü açmışlar ve onların yeleşmesinden sonra toplumda ahlaki yönden ciddi bir çöküntü seli başlamış. Yirmi birinci yüzyılda Çin Afrika'da etki gücünü, ekonomik ve siyasi boyutta artırıp kasabanın yeni şerifi olma yolunda ciddi yatırımlar yapmaya devam ediyor.


For’lar diyarı Darfur

Başkent Hartum’un 1300 kilometre batısındaki bölgeye Darfur deniyor. Yaklaşık 6 milyon nüfusa sahip Darfur bölgesinde nüfus oldukça çeşitli. Nüfus’un %60’ını Arap kabileler, %40’ını ise Forlar, Zagavalar, Tamalar, Masalitler, Darular, Gimirler gibi onlarca Afrikalı kabile oluşturuyor. I. Dünya savaşında Osmanlı’nın yanında yer alan Forlarda hafızlık çok önemli bir olgu ve islama bağlılıklarıyla biliniyorlar, öyle ki zamanında hafız olmayana kız bile verilmez olduğunu öğreniyoruz.
Darfur’da Nyala şehrindeyiz, Hartum’dan sonra nüfusun en yoğun olduğu büyük şehirlerden biri Nyala. Havaalanından şehir merkezine giden bir asfalt yol mevcut, daha sonra toprak yollar başlıyor, akşama doğru yüzünüzde her an hissettiğiniz toz tabakasını daha net görebiliyorsunuz. Çoğunlukla tek katlı evlerin olduğu şehir merkezinde, altyapı çok kısıtlı bir bölgede mevcut. Hareketli bir şehir merkezi ve ticaret var. Her şeye rağmen hayat devam ediyor. Köşe başlarında motorlu istihbarat görevlileri hiç eksik olmuyor, devlet binalarında ağır makinalı tüfeklerin olduğu araçlar nöbet tutuyor. Birkaç kilometre dışarıdaki yerleşim yerlerinde, evler de yollar da değişiyor. Arapça bilmeyen Müslüman bir kabilenin yaşadığı, şehir merkezine çok yakın bir yerleşim alanına varıyoruz, çocuklar konserve kutularıyla ve çamurdan yaptıkları hayvan figürleriyle oyun oynuyorlar, yaşam koşullarının kamplardakinden farksız olduğunu görüyoruz.

 Afrika'nın bütün coğrafyalarında olduğu gibi Sudan-Darfur bölgesinde de yeryüzünün bütün kan emici güçleri boy gösteriyor. Afrika denince hemen hemen herkesin aklında kalıplaşmış birkaç imge belirir, bunlar açlık, aids, ilkel kabileler, işlenmemiş yeraltı zenginlikleri vb... Biraz bilinç sahibi olanların aklına da bu imgelerin hemen ardından, söz konusu kullanılamayan yeraltı zenginliklerini sömüren dünyanın süper güçleri gelir. Afrika sömürülmektedir bu bilinir, ama kendi kaynaklarını kapitalist düzenin getirdiği tüketim çılgınlığıyla yok eden bu güçlerin, Afrika'da sömürdüğü tek şey yeraltı zenginlikleri gibi sıradanlaşan olguların çok daha ötesinde.

Sömürge güçlerin dünya üzerinde sürdürdükleri zulümlerin hemen hemen her örneği Darfur’da yaşanıyor. Nyala şehrinde BM ve UNAMIS(Afrika Birliği ve Birleşmiş Milletler Darfur Barış Misyonu ) güçlerinin yanı sıra 246 yardım kuruluşu bulunuyor, anlayacağınız şehir tam bir kurtlar sofrası. Darfur’da oyuna dahil olan sömürgecileri, leşe üşüşen kargalar olarak adlandırmak geliyor aklımıza ama bu bölgede üşüştükleri şeyler, insanlık adına var olan her tür değer olarak karşımıza çıkıyor. Bölge batılı güçler için sanki hiçbir kuralın olmadığı koca bir oyun sahası. Öyle yoğun bir yağma söz konusu ki; ABD’si bir yerinden çekiştiriyor, İngiltere’si başka bir yerine asılmış, Fransız’ı, Rus’u, İsrail’i Norveç’i şusu busu ayrı bir yerine.

Bu yardım kuruluşlarından ve bölgede varlık gösteren güçlerden kimin neler yaptığını
soruşturuyoruz insanlara. Büyük çoğunluğu misyonerlik çalışmaları yürütmekte, bu bağlamda Rus Katolikler ve Norveç kiliselerinin faaliyetleri yoğun olarak öne çıkmakta. Fransızlar çocuklara dadandılar diyorlar, nasıl olur, o nasıl iştir? diyoruz. Evlatlık olarak Avrupa’da satmak için bebekleri kaçırdıklarını sadece bu sektörde(evet bir sektör olmuş tam anlamıyla) yoğunlaştıklarını söylüyorlar. Peki bu bebekleri, çocukları nasıl nereden kaçırıyorlar? Bu sorunun cevabını Nyala şehrinin çevresinde yer alan çölün ortasındaki mülteci kamplarından bahsederken vermiş olacağım. Ayrıca bu kamplar misyonerlerin ana hedef alanı oluyor.

İngiliz’ler yer altı fuhuş merkezleri kurmuşlar ve bu olay onlardan sorulur olmuş. Dünya Afrika’nın yer altı zenginliklerinin sömürüldüğü bilgisiyle yetine dururken, yer altı fuhuş merkezleriyle
yerin altının doldurulmasındaki acı ironiyi düşünüp, hüzünle öfkeyi bir arada duyumsuyorum. İngilizlerin ilgilendiği başka bir konu da açlıktan midesi birbirine yapışmış, susuzluktan bin bir türlü hastalık içinde yaşam savaşı veren bu insanların organları. Son zamanlarda en çok rağbet gören kaçakçılığın, kornea çalımı olduğunu duyuyoruz. Öğrendiğimiz her yeni bilgide bin kat daha sarsılıyoruz.

Düşünün, açsınız, susuzsunuz, bin bir türlü hastalık içindesiniz, düzeniniz dirliğiniz elinizden
alınmış, çocuklarınızı çalıyorlar, halkınızı, kabilenizi birbirine vurduruyorlar, bin bir türlü oyun
oynuyorlar üzerinizde, tıbbi deneyler yapıyorlar, virüslerini, biyokimyasal silahlarını test ediyorlar.
Bunlar yetmiyormuş gibi gün ışığından bile mahrum bırakılıyorsunuz. Bu kadar da olur mu diyorsunuz? Daha da fazlası oluyor, her saniye ve dakika. Gözkapakları kaşlarına dikilmiş yüzlerce
belki binlerce insan var Afrika’da. Gelmişler insanları ameliyat etmişler, gözkapağını kaşına dikili halde bırakıp gitmişler. Gelmişler ameliyat edeceğiz sizi demişler, deneyimsiz cerrahları için idman yaptıkları canlı denekler olarak kullanmışlar. Büyük bir oyun sahası demiştim aynı zamanda büyük bir deney sahası bu coğrafya. İlaç firmaları kim bilir hangi ilaçlarını test ediyorlar, deneyimsiz cerrahlar el alışkanlığı kazanıyorlar bu kara bedenler üzerinde.


Hiç bitmeyen iç savaş mı? korku üzerine kurulu misyonerlik oyunları mı?

Afrika kıtasında yüzün üzerinde sınır çatışması mevcut, bunların bir çoğu etnik kökenli
çatışmalar. Günümüzde geçerli olan Afrika sınırları, sömürgeci güçlerin oluşturduğu hiçbir mantık
içermeyen keyfi bir paylaşımın sonucu belirlenmiş. Afrika öyle renkli bir kıta ki, küçük bir bölgede çok
farklı yaşantılara, dinamiklere sahip, çeşit çeşit kabileler bulunabiliyor. Günün birinde dünyanın öteki ucundan geliyor, bir kabileyi tam ortasından bölüyorsunuz ve şuradakiler Sudan’lı buradakiler Çat’lı diyorsunuz, ülkelerin başlarına da kukla yöneticiler yerleştirip bölgede etnik fanatikliği artıran kışkırtıcı eylemler düzenletiyorsunuz. Darfur’da meydana gelen krizin kısa özeti aslında sadece bu, yoksa kavmiyetçilik yüzünden savaş olduğu, batı Afrika’ya göz dikmeden önce görülmüş şey değil bu topraklarda. Son yıllarda bu karışıklıkların zirveye tırmanmasındaki temel neden de tabi ki uranyum ve doğalgaz. Bölgede Avrupa’nın 180 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayacak büyüklükte rezervlerin olduğu tespit edilince, insanlık adına bütün değerlerin ayaklar altına alınması mübah sayılıyor.

                Darfur'da iç savaş hiç durmamış ve halen yoğun bir şekilde devam etmekte. Kaynakların güvenilirliği ve rakamlar konusunda emin olmamakla birlikte Çat sınırında yoğunluk kazanan çatışmalarda, ayda ortalama 800 ila 1000 kişinin öldüğü bilgisini edindik. Tıpkı yapılan tıbbi deneylerin kabul edilebilirliğinin zor olduğu gibi, dünyada hiçbir basın kuruluşunda yer almayan bu bilgilerin de doğruluğu kolay kolay sindirilebilecek türden değil. Ama maalesef her geçen gün artan mülteci sayısı ve mültecilerin çölün ortasında aç susuz yaşamayı, evlerine dönmeye tercih etmeleri bu bilgileri doğrular nitelikte gözüküyor.

Başka bir tez de Darfur’daki krizin, insanları korkuyla kamplarda tutarak istikrarsızlığın artırılması yoluyla, dışarıdan gelen yardımlara bağımlı yaşayan muhtaçların üzerinde misyonerlik çalışmalarının sürdürülmesi için diri tutulduğu yönünde. Bölgedeki misyonerlik yapan kuruluşların yoğun çalışmaları ve her tür yardıma muhtaç bu insanların açık hedef niteliği taşıması her iki senaryonun da tutarlı olduğunu gösteriyor. Olayların nasıl geliştiği ve sebepleri ne olursa olsun, ortada olan bir gerçek var ki, çölün ortasında aç, susuz, biçare milyonlarca insanın hayatları üzerinde kirli oyunlar dönüyor.  
Sahranın Ortasında Yokluğa Şükreden İnsanlar

Nyala adeta bir kamplar şehri, şehrin çevresinde irili ufaklı çok sayıda kamp mevcut. Sadece Nyala’daki kamplarda bir milyona yakın mülteci yaşam mücadelesi veriyor ve bu sayı her geçen gün artıyor. Mosey kampında bir hasta'nın evine ziyarete gidiyoruz, kamp şehrin hemen 5 kilometre ötesinde. Nyala'nın her köşe başında göze çarpan sivil istihbarat mensupları, kamplara yaklaştıkça ağır makinalı askeri araçlara bırakıyorlar yerlerini. Çölün başlamasıyla uzakta Mosey kampı beliriyor, kampın çevresinde UNAMIS askerleri seçiliyor. Gözümüz ev arıyor ama kampta üç beş tane kerpiç yığınından başka yapı yok. İnsanlar çalı çırpı karton ne buldularsa bir araya getirip çadırımsı evler kurmuşlar. Sonradan öğreniyoruz ki Sudan hükümeti, mültecilerin uzun süre yerleşmelerini engellemek için yerleşik ev yapmaya izin vermiyor. Kamp alanında sadece bir kaç tane su kuyusu olduğunu (40 bin mültecinin bulunduğu bir kamptan söz ediyoruz), su başında sırada bekleyen kadınlardan anlayabiliyorsunuz. Suyun yokluğu hastalıkları da beraberinde getiriyor, çadırların hemen bitişiğinde kazılan çukurlarla tuvalet ihtiyacı gideriliyor ve bunun sonucu sağlıksız yaşam koşulları daha tehlikeli boyutlara ulaşıyor. Bu kamplarda yaşayan insanlar tamamen dışarıdan gelen çok kısıtlı yardımlarla yaşam mücadelesi veriyorlar. Ortalıkta başıboş dolanan 3-5 yaşlarında çocuklar görüyoruz.
Kampın içine girince de her zamanki gibi koşarak çocuklar karşılıyorlar bizi, el sallayıp hello mister diye sesleniyorlar, biz selamun aleykum deyince yüzlerindeki ifade öyle tatlı bir hal alıyor ki, islam üzere olduğumuza ne kadar şükretsek azdır diye düşünüyoruz. Çocuğun biri diğerleri gibi etrafımızı sarmıyor, ürkek gözlerle uzaklara bakıyor, gülmüyor, oynamıyor düşünceli gözlerle öylece bakıyor. Bu anı daha önce yaşadığımı hatırlıyorum. Birçok mültecinin temel gıdasının kurbanda dağıtılan eti kurutarak toz haline getirip, bir sene boyunca ona yapılan çorbadan oluştuğunu duyup, bu yardımların ulaşamadığı insanları da düşününce, ayetlerdeki ne kadar az şükrediyorsunuz ifadelerini kemiğinizde hissediyorsunuz. 
Darfur'da bir yetimhane

Gün batarken kamptan ayrılıp Kur'an öğretilen bir yetimhaneye gidiyoruz, ellerindeki yazı tahtalarına sarılmış onlarca çocuk karşılıyor bizi, şifahane deniyor bu yere. Hocanın okuması ve öğrencilerin tekrar etmesi yoluyla hafızlık eğitimi veriliyor. Defter yerine bu ağır tahta levhaları kullanıyorlar, gün bitince mürekkebi yıkıyor ve bir sonraki ders için tahtaları kurumaya bırakıyorlar.  Hep bir ağızdan tekbir ve tevhid nidalarıyla bize marşlar okuyorlar. Elindeki Kur’an’ı Kerim’i kalbi hizasında sımsıkı tutan bir çocukla göz göze geliyorum, gün boyu gördüğüm sarsıcı bütün görüntülerden sonra, tüm bu kirli oyunlara ve yokluğa rağmen, Kur’an’a sımsıkı sarılmış bu yetim çocuk, bütün insanlığa ders verecek bir sembol olarak dimdik ayakta dururken uzaktan huzur verici bir ses geliyor. Hayyal es-Salah…

2 yorum:

  1. benim afrika'ya gidişlerim de hep doktorlarla oldu, oradaki hastanelerde ya da tedavi merkezlerinde diyeyim, en ufak bir inleme sesi dahi duymadım, aynı şekilde anestezisiz yapılan müdahalelerde, sırf doktorların kötü hissetmelerine sebep olmamak için, gıkını çıkarmadan acıya katlanan bir hayli hasta duydum. bu kadar sabırlı, bu kadar ince düşünen güzellikteki insanların zalimce sömürüldüğü düşüncesi içimi parçalıyor.

    onlar binbir planla binbir tuzak kuruyorlar,afrika'da afganistan'da ırak'da türkiye'de dünyanın dört bir yanında ama;

    Ve mekeru ve mekerallah vallahu hayrul makirın
    Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.

    inşallah onların tuzakları tersine dönecek, görmek, tersine çevirmek bize de nasip olur inşallah.

    YanıtlaSil
  2. Bugun 23 eylül 2015 sali kurban bayramı arefe günü. Şu anda nyla dayiz ve yazdiklariniz hala geçerli, şehir bakımsız ve hasta, yönetim zaafiyeti var, insanlar aç ve çaresiz. Ama muazzam bir türk sevgisi var buraya türklerden başka kimse yardım etmiyor diyorlar, siyaset olmasin ama Erdoğan hayranlığı var o kadar memnun oldukki daha önce den neden gelmedik diye kahirlandik, gayret bizden tevfik Allah'tandir

    YanıtlaSil